PEKİ YA SONRA?

İzmir'de yaşanan deprem hepimizi derinden sarstı. Öncelikle hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar ve yakınlarına sabır diliyorum.

Her depremden, doğal afetten sonra olduğu gibi İzmir depreminden sonra da yaklaşık dört gün boyunca ekranlarda muhtelif kişileri konuşmalarını dinledik. Gazetecisi, astroloğu, siyaset bilimcisi, hukukçusu, deprem bilimcisi, jeoloğu, aşçısı, ressamı... İşin en kötü tarafı ise deprem ile ilgili konuşabilecek yeterlilikte olan insanlardan ziyade diğerlerini dinledik. "Büyüklük" ile "şiddet"in farklı şeyler olduğunu bilmeyen insanların dahi deprem hakkında verdiği bilgilere maruz kaldık.

Muhtemelen bir haftaya kadar bu depremi de unutacağız. Zaten şimdiden başladık unutmaya. Hem bizim en iyi yaptığımız şey unutmak değil mi? Ayda bebek, Elif bebek, Halim amca... Geçtiğimiz günlerde herkes onları konuşuyordu, sosyal medyada herkes onları paylaştı, "umudun adısın" dediler, "iyi ki" dediler, çok şey dediler. Bunlar tabii ki güzel şeyler, insanların enkaz altından sağ çıkarılması, çocukların yarım kalan oyunlarına içleri buruk da olsa devam edecek olmaları tabii ki çok güzel şeyler. Ancak bu güzel duyguların, gerçeklerin üzerini örtmesine izin vermemeliyiz. Aşırı duygusal davranıp sorumluluklarımızı unutmamalıyız. Ayda ve Elif bebeğe yapacağımız en büyük iyilik onları sosyal medya hesaplarımızda paylaşmak değil, üzerimize düşen sorumlulukları hakkıyla yerine getirebilmektir. 

Neden Yıkıldı?

Yılmaz Erbek apartmanında alt kattaki market sahibinin daha geniş alan oluşturmak için kırdırdığı kolon yüzünden 9 can gitti. Doğanlar apartmanında 2 yıl önce yapılan test sonucu sıvılaşma olduğu tespit edildi fakat apartman sakinlerinin çoğunluğu maliyetin yüksek olmasını gerekçe göstererek yenilenmeyi reddetti. Yenilenmeyi reddedenler yüzünden 14 kişinin hayatı son buldu. Belki bunlar arasında reddedenler de vardır. 

İzmir'de yıkılan, hasar gören binalara baktığımızda ya kolonlar kesilmiş ya kalitesiz malzeme kullanılmış ya binada yapı planına aykırı şekilde değişimler yapılmış ya da binanın inşa edildiği zemin riskli. Yani her şey göz göre göre yapılmış. 

Kolon kırmak, kolonların kırılmasına sessiz kalmak nedir? Riskli diye onarımı reddetmek ile uçaktan paraşütsüz atlamak hakkında fark var mı? Depremden önce beş liranın hesabını yaparsak depremden sonra elli bin lira vermek zorunda kalabiliriz.

Belediyelerin, bakanlığın onarım ya da yıkım kararı almasını beklemeden bizler vatandaş olarak riskli durumu gerekli mercilere iletmeliyiz. Her şeyden önce vatandaş olarak biz gerekli tedbirlerin alınması için çaba sarf etmeliyiz. Gerçi günümüzde insanlar bütçesine uygun, başını sokabileceği bir ev arıyor. Depreme dayanıklı mı, kullanılan malzeme kaliteli mi bakmasına imkan tanınmıyor. Bu da ayrı bir mesele...

Depremden Sonra

Herkes Ayda bebek dedi. Lütfen kendimizi kandırmayalım. Ayda bebeği sosyal medyada paylaşıp telefonu bir kenara atmak hiçbir işe yaramayacak. Tedbir almazsak, tedbir alınması için yetkililer üzerinde baskı kurmazsak daha çok Ayda'ların, Elif'lerin fotoğrafını paylaşırız. 

Mesele Ayda bebeğin fotoğrafını paylaşmak değil, mesele daha fazla bebeğin, insanın, canın, enkaz altında kalmasının, ölmesinin önüne geçmek.

Ayda bebek kurtuldu. Peki ya sonra? Annesi hayatını kaybetti. Ayda, annesiz büyüyecek. Herkes okula annesi ile giderken o kalbinde bir sızı hissedecek. Bir yanı hep eksik kalacak. İşte bunları Ayda'nın fotoğrafını paylaşarak gideremeyiz, fazlasını yapmalıyız. Ayda gibi daha nice insan yakınını kaybetti, nice insan hayatını kaybetti, nice insan yıllar boyu etkisini sürdürecek bir travma yaşadı.

Depremden hemen sonra enkaz altında kalan bir annenin 112 ile olan telefon konuşmasını dinlemenizi tavsiye ederim. O zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum. 

Artık üzüntümüzü fotoğraf paylaşarak dile getirdikten sonra unutmaktan vazgeçmeliyiz. Dert olmalı içimize, dert edinmeliyiz. Elazığ depreminde de bunların aynısını yaşadık; herkes sosyal medyada fotoğraf paylaştı, üzüldü, TV'lerde konuşuldu ve sonra unutuldu. Aynı olayları yaşamamak için unutmamalıyız. 

Kim Sorumlu?

Deprem sonrası herkes bu soruyu sordu. Kim sorumlu? Müteahhit, denetleyenler, belediye, hükümet... Bana göre sorumlular: İş yerini genişletmek için, içeri daha fazla müşteri sığdırıp daha fazla para kazanmak için kolonları kırdıran iş yeri sahipleri ve kolonları sorgusuz sualsiz kıran işçiler; daha fazla kar edebilmek için malzemeden çalan, kalitesiz malzeme kullanan müteahhit; maliyeti yüksek diye onarımı reddeden bina sakinleri; 2005 depremi sonrası oluşan çatlakları kapatıp binada oturmaya devam edenler; görevini gereği gibi yerine getirmeyen belediye yetkilileri; istedikleri zaman istedikleri şekilde kanun çıkarmaya gücü yeten fakat deprem hakkında kapsamlı bir çalışma yapmayan milletvekilleri; imar affı (barışı) adı altında kaçak binalara göz yumanlar; yapılan uyarılara ve eleştirilere kulaklarını tıkayanlar.

Sesimizi Duyun Artık!

Ben bu ülkenin evladı olarak artık sesimin enkaz altından duyulmasını istemiyorum. Sesimizi duyun artık! İstanbul'da 62 bin metrekare alan riskli bölge ilan edildi. Peki bugüne kadar o bölgenin riskli olduğu bilinmiyor muydu, anlaşılamadı mı? Neden insanların orada yaşamasına izin verildi? Neden göz göre göre ölümün kucağında oturuyor insanlar?1 Umarım söz konusu bölgenin riskli olduğunu ilan etmekle yetinmeyiz ve gerekli tedbirleri alır bir an önce çalışma başlatırız.

İstanbul depremi hakkında herkes uyarıyor ve bu uyarılara göre şu şartlar altında İstanbul depreminin üstesinden gelmemiz çok zor. Peki bugüne kadar ne tedbir aldık? Yapılan gökdelenlere bir yenisini daha ekledik, birbirine bitişik apartmanlar inşa ettik, her boşluğa bir bina diktik... İzmir depremi sonrası denizin taşması beklenen İstanbul depremi sonrasında da denizin taşma ihtimali olduğunu gösteriyor. Peki biz bu duruma karşı ne önlem aldık? Denizi dolgu yaptık. Doğayla savaş halindeyiz ve kaybeden biz oluyoruz...

Ben bu ülkenin evladı olarak enkaz üzerinde telefonla konuşan bir bakan görmek istemiyorum artık.Ben yıkım olmasın istiyorum. Bu yaşadıklarımız; binaların yıkılması, insanların enkaz altında kalması tedbirsizlikten kaynaklanıyor. "Depremin kaderinde var bunlar" diyerek işin içinden çıkamayız! Allah insana akıl vermiş değil mi? Deprem bir doğal afet ve Allah'tan geliyor fakat Allah, insana fay hattı üzerinde dayanıksız binalar inşa ederse o binaların yıkılacağı bilgisini de vermiş. Tedbirimizi aldığımız, dayanıklı binalar inşa ettiğimiz halde deprem olduğu vakit yıkım gerçekleşirse "kader" deriz ancak hiçbir tedbir almadan, sağlıksız binalar inşa eder ve deprem sonucu yıkım gerçekleşirse buna kader diyemeyiz, dersek kolaycılığa kaçmış oluruz diye düşünüyorum.

Biz tedbir almazsak ve yıkılan binaları da Allah'ın yıktığını düşünmeye devam edersek daha çok Ayda ve Elif bebeklerin enkaz altından sağ çıkarılmasını bekleriz. Japonya örneğini unutmayalım! Adamlar deprem olurken gündelik işlerine devam ediyorlar ve kader onlar için de geçerli...

Velhasıl ben artık sesimin enkaz altından değil şu an duyulmasını istiyorum. Gerekli tedbirlerin alınmasını istiyorum. Belediyesiyle, hükümetiyle, STK'larıyla, vatandaşıyla topyekun bir şekilde çalışılmasını istiyorum. Rüşvet, rant, para, hırs uğruna daha fazla insanın ölmesini istemiyorum artık. Yazılacak daha çok şey var fakat farklı yazıların konusu oldu onlar da...

NOTLAR
1) Bunları söylerken tek bir siyasi parti ya da iktidara karşı değil, bugüne kadar bu işlemlere kim onay verdiyse hepsine karşı tepkimi dile getirdiğimi belirtmek isterim.
2)Bakanların, devlet yetkililerinin orada bulunmasına tepki göstermiyorum, umarım anlatmak istediğim durum farklı yönlere çekilip linç edilmem...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEDENİYET NÖBETİ VE KOVİD TEDBİRLERİ

EYVAH DEMEDEN!